Kültürel mirasın paha biçilemez değerleri

-''Kırmızı et ile meyve pişirilip Avrupa'da sofraya konulsaydı, iletişim aygıtları 'yılın haberi/lezzet keşfi' diye çığlık atardı. Oysaki atalarımız, yüzyıllar önce Uluborlu'da bunu keşfetmiş; anılan yemeği hâlâ pişiriyor.''

-''Avrupa, kadim Tezhip Sanatı'nı, yapmayı çok istediği hâlde tam anlamıyla başaramıyor. Gelenek gelecektir. Hak ettiği değeri vermeliyiz.''

-''Şu an yok olmak üzere olan çocuk oyunlarında 'zekâ, analitik düşünce, vicdan, adalet, hakkaniyet ve sabır vardır.' Çocuklarımızı şu anki esaretlerinden kurtaracak olan da hikâyesi olan bu oyunlardır''

Yukarıda üç kısa paragrafta paylaşılan bilgi ve belge tabanlı saptama ve yorumlar, Süleyman Demirel Üniversitesi'nin (SDÜ) hayata geçirdiği 2. Somut Olmayan Kültürel Miras Çalıştayı'nda paylaşıldı.

1 Haziran 2017 tarihinde başlayan ''Isparta'nın Somut Olmayan Kültürel Mirası Tespit Projesi''nin bilimsel çıktılarının, kitap, belgesel ve kısa filmlerinin halk ve akademik dünya ile paylaşılmasını sağlayan Çalıştay, SDÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Performans Salonu'nda devam etti.

 

-Artık dünya 'doğa ile eğitim' sistemine geçti

SDÜ Mimarlık Fakültesi'nden Dr. Öğretim Üyesi Ulvi Erhan Erol, 'Anadolu kültürel peyzajının bir sonucu olarak 'çocuk oyunları' üzerine bir araştırma: Eğirdir- Akpınar örneği' başlıklı çalışmasının sonuçlarını analiz etti.

Artık dünyada eğitimin doğa ile entegre şekilde yapılmaya başlandığına atıf yapan Dr. Öğretim Üyesi Erol, ''ne hazindir ki yüzyıllar boyunca doğanın kucağında eğitim veren Anadolu bu özelliğini kaybetti'' dedi.

Eğirdir Akpınar Tepesi'nin 270˚ peyzaj açısıyla dünyanın nadir coğrafyalarından biri olduğunu belirten Erol, ''oradaki insanlar tarihi, arkeolojiyi, kültürü, sanatı doğa ile birlikte yaşıyorlar.  1.750 metre rakımda ahlat ağacına sarıldım. İnsan doğa ile uyum içerisinde yaşarken peyzajı da şekillendiriyor. Tek yapmamız gereken dikkatli bakmaktır.

Özellikle çocuk oyunları size çok önemli bilgiler verir. Çocuk oyunlarının içerisinde zekâ, strateji, analitik düşünce, adalet, hakkaniyet, vicdan, sabır, ekip ruhu vardır. Et met, dalya, muşilli, âşık, gıncırdak ve daha niceleri yok olup gitme tehlikesi altında. Oysa bu oyunlarda çocuklar ekip kurar, gözlem ve hesap yapar, sorumluluk alır. Şimdi çocuklar başlarını bilgisayardan, cep telefonlarından kaldıramıyor. Biz kadim kültürümüzü arayacaksak, ekranlardan, binalardan, sınıflardan dışarı çıkacağız. Sokağa, doğaya, insana bakacağız'' dedi.

SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Abdullah Bakır da 'Borlu (Uluborlu) Gezeği ve Bağ Kültürü' başlıklı araştırmasını paylaştı. Jeopolitik ve askeri açıdan çok stratejik bir nokta olan Uluborlu'nun pek çok medeniyete ev sahipliği yaptığını anlatan Bakır, ''1180'de Selçuklular tarafından fethedilen bu coğrafya yoğun bir şekilde Türkmen göçü almıştır. Bunun sonucu olarak da Türkmen kültürü hâkimdir. 'Borlu Gezeği'ni bir anlamda meslek grubu toplantıları ve Âhilik geleneklerinin bir parçası olarak tanımlayabiliriz. 'Yavru Şahin Türküsü' ve maniler kayıt altına alınmıştır. Bu eğlence de içeren toplantılarda yöreye özgü yemekler de yapılırdı. Buna 'Aşgana' denilir. Bugün herkes lokanta ya da restoran diyor ama asıl adı 'Aşgana'dır; 'aş'tan gelir'' dedi.

Uluborlu'da çok zengin su kaynakları bulunduğuna atıf yapan Doç. Dr. Bakır, ''elektrik enerjisinin olmadığı dönemlerde faaliyet gösteren -bizim tespit ettiğimiz- 17 tane su değirmeni vardı. Değirmenci oyunu da bu kültürden gelir.

Bu coğrafyada 'bağ kültürü' çok yaygındır. Bahardan itibaren yerleşik halk 'bağ evleri' denilen yapılarda yaşamaya başlardı. Bağ evlerinde çok derin sarnıçlar bulunurdu. Biz 173 sarnıç tespit ettik. Günümüze de 7 tane sarnıç gelebilmiştir. Buralar bir anlamda buzdolabı görevi ifa ediyordu. Et ve yağlar burada kurutuluyodu'' şeklinde konuştu.

Erken Çocukluk Eğitimi Öğretmeni Duygu Ümitli Tulga da yakın bir süre önce Türk Patent ve Marka Kurumu’ndan 'Coğrafi İşaret' alınan 'Banak' başta olmak üzere Uluborlu’ya has yöresel lezzetleri anlatan bir sunum gerçekleştirdi.

Tarihte hayvancılık bölgesi olarak bilinen, hâlihazırda ise kirazın ürün desenini şekillendirdiği Uluborlu'da kırmızı et ve meyvenin mutfakta mutlak hâkimiyeti bulunduğunu kaydeden Tulga şöyle dedi:

''Banak, misafirin önüne çıkan, düğünlerde asıl unsur olan bir yemektir. Her özelliği Uluborlu'ya hastır. 'Kuyruğusulu Böreği' ise sosyalleşmenin en güzel örneklerinden biridir. Yapımında kadın-erkek, çocuk-yaşlı herkes sürece dâhil olur. Ayrım yoktur. İş paylaşımı vardır.

Endemik ürünleri ise 'Ayva Aşı' ve 'Zerdali Aşı'dır. Uluborlu dışında hiçbir coğrafyada bu tür yoktur.

Tas Kebabı yine Uluborlu’ya has yemeklerdendir. Hâlihazırda aynı isimle restoranlarda sunulan yemekle Uluborlu'ya has 'Tas Kebabı'nın hiçbir ilgisi yoktur. Gerçek olan Uluborlu'nun lezzetidir. 

Köhtü meyve tatlısıdır. Dut ve zerdali türleri vardır. Çocukları sağlıksız olan cipsten kurtarmak için şu an bile çok iyi üretim örnekleri vardır.

Uluborlu’da zeytinyağlı lezzetler çok nadirdir. Tek bir örnek paylaşabilirim: 'Bıkla'. Ama meyve ağırlıklı yemekler, tatlılar çoktur.

 

-Prof. Dr. Çevik: ''Bir objenin hikâyesi yoksa geleceği de yoktur''

Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Arkeolog Prof. Dr. Nevzat Çevik de ‘Soyut Kültürel Mirasın Somut Bağlamlarından Kopuş Kaderi’ başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Bilimin görevlerinden birinin de çok kıymetli kültür varlıklarını geleceğe aktarmak olduğunu ifade eden Prof. Dr. Çevik, müze ve kültürel oluşumlar-yapıların kurulmasının önemine dikkat çekti. Kültürel varlıkları hayatın içerisine katma görevinin de topluma düştüğünü belirten Çevik şu saptamalarda bulundu:

“Bazı değerler eleğin içinden düşüyor. Bunlar hayatın doğal akışı içesinde olan olgular. Eleğin içinden düşenler yok olacak, engellemek mümkün değil. Bize düşen eleğin ucundakilerin ömrünü uzatmaktır. Ozan deyişleri, atasözlerinin bir kısmı bu gruba girmektedir.”

Müzeleri ‘rakipsiz eğitim kurumları’ olarak tanımlayan Prof. Dr. Çevik, “biz hayal kurduğumuz kadar ileri gidebiliriz. Bilinç düzeyimiz kadar hayatı şekillendirebiliriz. Biz başkalıklarımızı korumayı başardıkça dünyanın zenginliğini artırabiliriz. Koruyabiliriz. O zaman iyi bir dünyada yaşayacağız” şeklinde konuştu

Geleceğin aslında şu an laboratuvarlarda hazır olduğu tezini ortaya atan Prof. Dr. Çevik, “zaman geçtikçe hız artıyor. Bu da bazı değerlerin yok olmasına yol açıyor. Özünde somut olmayan kültür varlıklarının kadersizliği de işte tam burada başlıyor.

Dünyanın zenginliğini korumak, kayıt altında tutmak da müzelerin işidir. Son zamanlarda müzelere ilgi yükseldi. Biz gelenlere ‘ziyaretçi’ demiyoruz. Artık ‘müze kullanıcısı’ diyoruz. Zira bir etkileşim var.

Arkeolojide bulunan objelere değil arkasındaki o büyük hikâyeye bakıyorum ben. Bir buluntunun, objenin hikâyesi yoksa geleceği de yoktur. Obje taşıdığı bilgi kadar değer kazanır. Ben somut olmayan kültürel miras araştırmacılarına hep bunu öneriyorum. İnteraktif bir yöntem bulun” ifadelerinde bulundu.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kaya Üçer ise ‘Geleneksel Türk Sanatları Bağlamında Motif Okumaları’ başlıklı bilimsel sunumunu gerçekleştirdi. Motiflerin hâlâ kullanılıyor olmasında yaşanmışlık ve devamlılık faktörünün etkili olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Üçer, “onların kuralları var. Ve bizim öz kültürümüzdür. Kökeni Mezopotamya’ya dayanmaktadır. Hatai, goncalar, yapraklar, saz yolu bunların en güzel örnekleridir. Penç motifi örneğin, yaşamın ta kendisidir” dedi.

Osmanlı İmparatorluğu’nda sanata karşı ‘hamilik’ uygulamasının geleneksel Türk sanatlarının bugüne kadar güçlü olarak aktarılmasını sağladığı tezini ortaya atan Üçer, bitkisel motiflerin değerini analiz etti.

 

-Tezhip Sanatçısı Doç. Dr. Münevver Uçar: “Gelenek Gelecektir”

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Tezhip Sanatçısı Münevver Uçar da ‘Kültürel Miras Farkındalığı Bağlamında Gelenek Gelecektir’ başlıklı bilimsel sunumunu gerçekleştirdi.

Minyatür, tezhip, çini, kalem, cilt, ebru eserlerine baktığı an içinin titrediğini ifade eden Uçar, “Avrupa, özellikle Tezhip Sanatı için çok mücadele veriyor. Öğrenmek için çok uğraşıyor. Yapanlar da var. Ama bizimkisi kadar etki yaratmıyor. Ama hazindir bizler bu sanatlara gereken değeri vermiyoruz. Sanki kullanırken, yaparken ‘lütfen’ hâli var, çok üzülüyorum. Ama mücadele de ediyorum. Var gücümle çalışıyorum” dedi.

Tezhip sanatında, 15’inci yüzyılda Baba Nakkaş’ın yenilikçi yaklaşımlar getirdiğini dile getiren Doç. Dr. Münevver Uçar, Kara Memi’nin eserlerini de analiz etti. 16’ncı yüzyılda Muhibbi Divanı’nı çalışan Kar Memi’nin eserlerinin Türk sanatı açısından ölümsüz olduğunu kaydeden Uçar, şöyle devam etti:

“II. Beyazıd döneminde Şah Kulu, tezhip sanatına perileri ve mitolojik hayvanları soktu. Ali Üsküdar, Batılılaşma etkisiyle natürel bir üslup getirdi.

Bunların hepsi sevgi ve aşk ile ortaya çıktı. Zira sevgi ve aşk olmaz ise eser de ortaya çıkmaz. Lale, gül bizim sanatımızın vazgeçilmez unsurlarıdır.

Şimdi bize düşen özgün kimliğini koruyup daha ileriye taşımaktır bu sanatı. Disiplinler arası iletişim ile yeni formlar oluşabilir. Tezhip sanatını, ebruyu, çiniyi, cildi bir sonraki yüzyıla aktarmalıyız. Bu ölümsüz Türk sanatına özgün değerlerini muhafaza ederek teknolojiyi de sokmalıyız”

 

-Dr. Öğr. Üyesi Çiloğlu: “Kültürel değerler ancak bölge insanını işin içine katarak geleceğe aktarılır”

Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden Dr. Öğretim Üyesi Hakan Çiloğlu da araştıran, geliştiren, düşünen ve değiştiren insanoğlunun renklerle ilişkisini analiz etti.

Hayatın ‘sarı’ renkle başladığını ifade eden Çiloğlu, “dikkat edin. İlkbaharın başlangıcında hâkimiyet sarıdadır. Hayat kırmızı ışıkla son bulur. Renkler müziğe, el sanatlarına yansımıştır. Dikkat edin halılarda hâkimiyet gökyüzüdür. Kilimlerde ise bitkisel unsurlar baskın karakterdir. İnsan tüm temellerini sonsuzluk üzerine yapar” dedi.

Somut Olmayan Kültürel Miras çalışan araştırmacıların proje yaparken dikkat etmeleri gerekenlere de değinen Dr. Öğr. Üyesi Çiloğlu, sözlerini şöyle noktaladı:

“Birçok proje içerisinde bulundum. Kayıt altına alınan bir değerin yaşamasını istiyorsanız, o kaynağın, coğrafyadaki yaşayan insanların da farkındalıklarını yükseltmeniz gerekiyor. Ve aktif şekilde sürece dâhil olmalarını sağlamanız şart.”

Yeditepe Üniversitesi’nden Antropolog Dr. Öğr. Görevlisi Lale Tekin Genç de ‘saha çalışması öncesi ve sonrası uygulamaların kritik önemi’ başlıklı bir sunum gerçekleştirdi.

Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin ‘Isparta’nın Somut Olmayan Kültürel Mirası Tespiti Projesi’nin çok büyük bir girişim olduğunu belirten Genç, Anadolu kültürü açısından da rol model teşkil etmesini umut ettiğini söyledi.

Çalışmanın disiplinler arası olmasının da projenin değerini yükselttiğini kaydeden Genç, kültür zaman-mekân-ortam ve diğer bileşenler ve değişkenler ile ortaya çıkar. Doğru veriye ulaşmanın yolu da multidisipliner çalışmaktır” şeklinde konuştu.

Yayın Tarihi: 29/08/2020
Okunma Sayısı: 264